#Bilim

Savunma Sanayinde Maden

Ülkemizin taşkömürü madenlerinde yaşanan kazalar canımızı yakıyor. Ekmek parası kazanmak için alın teri döken insanlar canlarından oluyor, ocaklar sönüyor. Bunun ardından madenler ve madencilik kamuoyunda tartışılmaya başlanıyor.

Oysa madencilik de sanayinin ve tarımının birçok dalı gibi kendi içinde farklılaşıyor. Nasıl ki tütün tarımı ile üzüm tarımı aynı değilse, nasıl ki süt üretimi ile beyaz et üretimi aynı değilse, nasıl ki gıda imalatı ile tekstil imalatı aynı değilse, taş kömürü madenciliği ile mermer, demir, bakır, altın vs. arasında büyük fark var ve hatta linyit madenciliği ile taş kömürü madenciliği arasında bile farklar var.

Bu pencereden bakınca canımızı yakan bir elim hadise yaşandığında, olayın verdiği hissiyatla bütün bir madencilik faaliyetini hedef almak yerine, özel olarak o alanda ‘eksik yapılan ne oldu da insanlarımız ekmek parası kazanırken canlarından oldu’ diye araştırmak lazım. Bunun için ise toptancı bir yaklaşım yerine o ihtisas alanı içinde sorunlar tespit edilmeli, teknik imkânlar ele alınmalı ve çözümler üretilmelidir.

Geçenlerde SAHA İstanbul fuarı yapıldı ve ülkemizin savunma sanayisinde yüzde 80 yerlilik oranlarını yakaladığı Bakanlık düzeyinde ifade edildi. Gerçekten gurur verici. O fuarda emekli Orgeneral Ergin Saygun’un yaptığı bir konuşmaya sosyal medyada denk geldim. Paşa şöyle diyordu; “Varlığa doğan yokluğu bilmez. Şu yapılanların kıymetini, değerini çok iyi anlayan bir jenerasyondan geliyorum. Çünkü 45 senelik askerlik hizmetimin büyük kısmı, yardım malzemesi kullanmanın burukluğu, üzüntüsü ve mahcubiyeti ile geçti.”

Nereden nereye!
Şüphesiz bunda Kıbrıs Barış Harekatı döneminde ülkemize müttefik sandığımız ülkelerce uygulanan ambargonun payı çok yüksek. Türkiye o dönem milli bir savunma sanayi tesis etmek için adımlarını attı. Bir devlet politikası halinde ilerleyen süreç son yıllarda teknolojiye erişimin artması, çok kutuplulaşan dünyada Rusya ve Çin gibi ülkelerin üçüncü ülkelere teknoloji transferi konusunda açık olmaları gibi imkanlar sayesinde de sıçrama evresine geçti.

Türkiye İhracatçılar Meclisi kayıtlarına göre ülkemizi geçen yıl 3.2 milyar dolar değerinde savunma sanayi ürünü ihraç etti. Bu yılki hedef 4 milyar dolar. Türkiye’nin 2021 yılında ihracat kilogram değeri 1.3 dolar iken savunma sanayisinde 70 dolar civarındaydı.

Savunma sanayisi deyince sadece son ürünler akla geliyor ancak bunun bir de ham madde tedariği boyutu var. Yerli tank, yerli füze, milli harp uçağı, İHA ve SİHA, milli piyade tüfeği, obüsler vs. Bunların hepsi esasen ağır sanayi çıktılarının kullanılmasıyla şekillendirilen ürünler. Yani demir, çelik, alüminyum, bakır, vd. Bir örnek vermek gerekirse bugün bütün dünyanın konuştuğu İHA ve SİHA’ları imal etmek için alüminyuma ihtiyacımız var. Fakat sektör temsilcilerinin aktardığına göre büyük oranda dışa bağımlı olduğumuz bu ham maddede sadece savunma sanayisinin ham madde güvenliğini sağlamak için 250 bin tonluk bir yerli cevher üretimine ihtiyaç var. Ülkemizin üretimi ise 60–80 bin tonda değişiyor. Seydişehir’deki Eti Alüminyum Tesisleri’nde savunma sanayisi için üretilen “özel alümina” ile savunma sanayisinde kullanılan zırh çeliğine oranla daha yüksek koruma sağlayacak bir ürün geliştirildi. Çelik zırh 1600 derecelere kadar dayanırken bu özel zırh 2 bin derecelere kadar mukavemet sağlayabiliyor.

Kuzeyimizde Rusya-Ukrayna savaşı, güneyimizde sürekli silahlandırılan bir terör örgütü, batımızda sınırlara yığınak yapan bir geçimsiz ülke varken Türkiye savunma sanayisinde ham madde güvenliğini ancak madenlerini verimli bir şekilde işleyerek sağlayabilir. Toptancı bir yaklaşımla manşetlere çekilen madencilik karşıtlığı ülkemizin savunma hattında gedik açabilir.

 

Mustafa Selçuk Çevik

Bir Cevap Yazın