#Sanat

Ekmek, Şarap, Sen ve Ben bir de İhsan Yüce

Bazı sanatçılar vardır, değerleri öldüğünde anlaşılır. Adları kültür merkezlerine, parklara, cadde ve sokaklara verilir, heykelleri yapılır, filmleri-belgeselleri çekilir, ölüm yıl dönümlerinde hatta doğum günlerinde anılır, sosyal medyada sayısız paylaşımlar yapılır. Bazıları vardır, “kör ölür badem gözlü olur” misali olduğundan çok daha fazla değer görür. Bir çoğu ise ne hayattayken ne de öldükten sonra hak ettiği değeri görmek bir yana hatırlanmaz bile… Tıpkı İhsan Yüce gibi…

Her türlü imkansızlığa rağmen Anadolu’yu karış karış gezerek sahnelediği tiyatro eserleri, senaryosunu yazdığı (adı uzunca bir dönem yasaklılar listesinde olduğu için yazdığı onlarca senaryoyu da Sansür Kurulu’ndan geçmesi için farklı isimlerle kaleme almış), oynadığı onlarca film… Kemal Sunal senaryosunu Yüce’ye okutmadan, ondan fikir almadan gelen film tekliflerini kabul etmezmiş…

Yüce’ye sadece tüm zamanların en iyi sistem eleştirilerinden biri olan Kibar Feyzo’nun senaryosunu ya da o meşhur “Ekmek, Şarap, Sen ve Ben” şiirini yazdığı için bile saygı duymamak elde değil. Erhan Tuncer’in “Gül Gibi Zabıta Dururken Kızını Çöpçüye Veren Adam” kitabını okuduğunuzda ona olan saygı ve sevginizin kat be kat artacağına eminim.

Tuncer, Yüce’nin hayatında şaşkınlık, hayranlık ve merak uyandıran; zaman zaman hüzünlendiren olayları, meslektaşlarından mahalle arkadaşlarına kadar çok sayıda kişiyle yaptığı söyleşilerle de destekleyerek son derece başarılı bir çalışma ortaya çıkarmış.

Filmlerde genellikle “kötü baba” rolleriyle karşımıza çıksa da örnek bir babadır. Canından çok sevdiği kızı Aslı Yüce’yi “halkını ne kadar iyi tanırsan mesajını o kadar iyi verirsin” diyerek en ücra köşelerine kadar avcunun içi gibi bildiği Anadolu gezilerine çıkarır..

Hayatı boyunca maddi zorluklarla boğuşur, buna rağmen kızını en iyi şekilde yetiştirmek ve okutmak için varını yoğunu ortaya koyar. En zor zamanlarda bile karalar bağlamaz, umudunu ve mücadele azmini yitirmez.

Aslı Yüce’den dinleyelim: “Bana, ‘Sen yarın okula gitme’ dedi. ‘Niye?’ diye sordum doğal olarak. Bir yandan da beni sete götüreceğini düşünüp sevinmeye başladım içimden. Aniden, ‘param yok’ dedi. Bir an kalakaldım. ‘Yüz lira mı yok yani?’ dedim. ‘Yok’ dedi. Hayatımda ilk defa o zaman parasız kalma ihtimalimizden korktum. Tamam, yarın ben okula gitmeyeyim ama ne yiyeceğiz peki yarın? Sonraki gün? Babama, ‘Peki ne yapacağız?’ dedim. ‘Bak kızım böyle zamanlarda tek bir şey yapılır! Kalk bakalım ayağa!’ dedi. Kalktık. Başladı ellerini açıp oynamaya… ‘İşte para olmadığı zaman böyle oynayacaksın!’ dedi.”

Kitabı okurken kendinizi Tarık Akan, Kemal Sunal, Münir Özkul, Ataol Behramoğlu ve daha nicelerinin olduğu masada sohbet ederken hayal ediyorsunuz.

Umarım bu kitap İhsan Yüce’ye hak ettiği değerin yıllar sonra da olsa verilmesine vesile olur. Mazlum Çimen’in dediği gibi, “İhsan Baba’nın dişleri eksikti belki, ama cümleleri tamdı. Hayatta durduğu yer, hayata baktığı yer eksiksizdi, tertemizdi.”

Bir Cevap Yazın